Esinti

“Tüm reçellerimiz ev yapımıdır.” diyor esmer kız, yeni gelenler tabaklara yönelirken. “Hepsini Ersin Bey’in annesi yapıyor.” Belli zaten, diye geçiriyorum içimden. Mandalina, dut ve karpuz reçeli var kahvaltı için hazırlanmış açık büfe standında. Üçünden de tadımlık almıştım ben tabağıma. Hemen atıveriyorum ağzıma karpuz reçelinin tanelerinden. Her zaman soframızda bulunmayan lezzetleri tatmak çok zevkli, keşifli geliyor. Tatlanıyor ağzım, keyfim yerinde.

İnsan evladı ne tuhaf bir yaratık aslında diye düşünüyorum diğer reçelleri tatmaya geçerken; kendi yapıyor, kendi bozuyor, sonra yine kendi yapıyor… Reçel dediğin zaten ev yapımı olur, doğada kendiliğinden varolmuş bir yiyecek değil ya bu, birinin reçel yapmaya karar vermesi, seçtiği mevsimlik meyve ve hatta bazen sebzelerden alması, bunları küçük parçalar halinde kesmesi, şeker, limonlu su ve isteğe göre türlü çeşit baharatla buluşturup ısıtması, pişirmesi, kıvamlandırması gerekiyor. Ancak zeki ve yaratıcı insan evladı, bu reçelleri son kullanma süreleri artsın, satış fiyatları yükselsin diye caanım reçellerin içine sürü sepet katkı maddesi, doğal rengi, kokusu yetmiyormuş gibi ekstra boyalar, aromalar ekleyerek kavanozluyor, bunları markalandırıyor ve biz de marketlerden alabiliyoruz. Sonra bu reçeller yerine Ersin Bey’in annesinin yaptığı mis gibi katkısız reçeller daha kıymetli oluyor, onun peşine düşüyoruz.

Çayımı yudumlarken ürperiyorum. Bu sabah Datça esintili epey. Kahvaltı etmeyi zorlayacak kadar desem abartmış olmam. Kış geliyor diyerek gülümsüyor esmer kız Ersin Bey’e. Benim Datça’ya vardığım günü mü seçti kış gelmek için diyorum ama içimden. Kaşlarım çatılı, zeytini atıyorum ağzıma, ardından da karanfilli ekmekten koparıyorum. Sonra kendime, halime tavrıma şaşırıyorum biraz. Yahu, sen esintiye bayılırsın, kış insanısın, tatillerini özellikle bu mevsimlere denk getirirsin. Pardon ama neyin tatavası bu? Sırıtıyorum.

İnsanın anlık rahatsızlığını tüm bir alana yayması ne garip. Şu an rüzgar her şeyi uçuştururken, kağıt kalemimi, peçeteleri, saçlarımı, kağıt bardakları, plastik şişeleri, masa örtülerini, kahvaltı etmekte zorlanır ve keşke üstüme bir şal alsaydım diye hayıflanırken rüzgarla aram bozuk. Oysa ki öğlen denize girerken, oh, iyi ki esinti var, aklımı seveyim, en güzel mevsim Eylül valla, diyeceğim.

Bir fotoğraf, bir yazı

Sanal Yazı Evi’nin bir online workshop’ına katıldım. Bir fotoğraf gösterdi hocamız ve yaz dedi, kadının ağzından yaz. Ben de yazdım. İyi okumalar.

Dondurma(k)

Çocukların dünyası ne tuhaf. Demin parkta coşmuşlardı. Kumlar, kumdan kaleler, yıkılınca ağlamalar. Arada birbirlerine sataşmalar. Feride zaten ilk oyunbozan. Allahım, bu kız büyüyünce de böyle mi olacak acaba, o kadar merak ediyorum ki. Hasan nasıl olgun kardeşi tepesine çıkarken. Ama bir yere kadar tabii, bir süre sonra o da koparıyor yaygarayı. Zeliha ise güzel saçlarını savura savura, bir havalarda. Artık büyümek mi bu, kendini fark etmek mi, aynadaki aksini beğenmek m? Ben de beğeniyorum kızımı, ne yalan söyleyeyim. Kendi çocukluğuma, gençliğime benzetiyorum onu. Üç çocuğumu da beğeniyor, seviyorum elbette. Zeliha’yı kayırıyor muyum biraz yoksa. Birden çok çocuğu olan tüm ebeveynlerin yaşadığı bir durumdur sanırım bu: çocuklarımı birbirinden ayırıyor muyum, sevgimi eşit dağıtabiliyor muyum. Beni de düşündürüyor, yer yer utandırıyor bazen hissettiklerim.

Dedim ya, dünyaları pek tuhaf bu bücürlerin. Şimdi Kuzguncuk’ta bir kahvede oturduk, mola verdik eve dönmeden. Babamız yoruldu haklı olarak, değil mi ama çocuklar? Direksiyon sallarken arabada, üç çocuk bir kadınla baş etmek öyle her babayiğidin harcı değil. Şanslıyım sanırım, ailesine düşkün bir kocam var. Arabada biraz zorladı bücürler. Park iyiydi tabii, biraz kafamızı dinlemiş, dinlenmiştik onlar azarken. Arabanın içi dar geldi hepimize, her zamanki gibi. Necdet te haklı olarak bir mola istedi ve çekti arabayı Kuzguncuk’taki kahvenin önüne. “Yakında dondurmacı var, siz geçin, ben getireyim, birşey demez bize Salih abiniz, burda yersiniz” diyerek bizi oturttu kahveye, uzaklaştı. Burayı seviyor Necdet. Deniz havası almak, demli bir çay içmek, Salih’le iki lafın belini kırmak, balıkçı teknelerini izlemek iyi geliyor ona burada. Tanıyor esnafı, konu komşuyu da, buralı gibi adeta.

Dondurmayı duyan bücürler birden hal değiştirdiler. Bir coşku, bir neşe. Oturmuyorlar, yerlerinde duramıyorlar yine tabii. Kahvenin camsız tahta pencerelerinden sarkarak dışarı bakıyorlar, babalarının yolunu gözlüyorlar. Tabii ben de onlarla, ayağa. Demin arabada uykusu gelen, mızmızlanan bendim sanki, neyse mutluyum doğrusu onları böyle görmekten. Hava almak bana da iyi geldi, bir saattir yoldayız. Necdet mola verelim demekle de, dondurmayı akıl etmekle de iyi yaptı. Akıllıdır kocam. İyice keyiflendim bak şimdi. Çocuklarla ben de çocuk gibi gülüşüyorum.

Derken Necdet yaklaşıyor, ellerinde dondurma falan yok. Onun yerine ağabeyinden kalmış olan o gözü gibi baktığı fotoğraf makinesini hizalıyor bize doğru, almış arabanın torpidosundan demek bir ara. Bunu fark eden Zeliha poz verecek gibi oluyor, diğer kuduruklar farkında değil, birbirlerine laf yetiştirmekle meşguller. İster istemez elim Zeliha’nın saçlarına gidiyor, aklım sıra fotoğrafta daha iyi çıksın diye düzelteceğim. Ve işte, an donuyor. Denklanşöre basıyor Necdet, çekiyor fotoğrafımızı. Bakışları doğru yönde olan tek kişi Zeliha’ydı o an. Vallahi kayırdığımdan değil ama eminim, en düzgün o çıkacak.

Babalarının elinde dondurmayı göremeyen bücürler yine mızmızlanacak gibi oluyorlar. Necdetse, başka yerde yeriz çocuklar diyor hafif sertçe, gözlerini kaçırarak. Ah çocuklarım, fotoğrafı boşuna çekmemiş, duygusallaşmış babamız. Dondurmacının kapısında meğer bir not asılıymış: Cenaze dolayısıyla kapalıyız.

Yazmak İyi Gelir

Üç yaşımda okuma yazma öğrenmişim. Beş yaşımda ilkokula başlatmışlar. 17 yaşımda liseden mezun oldum, sonra bir üniversite, iki yüksek lisans bitirdim. Edebiyat, sinema, dil okudum. Editör, yazar, çevirmen, gazeteci oldum. Yetmedi, 30’lu yaşlarımdan sonra yoga ve meditasyon kolaylaştırıcısı ve yaşam koçu oldum. Bunların hiçbirini olmadım aslında, bunları yaptım.

Ben yazdım hep. Yaşadım ve yazdım. Yazmak oldum.

Bu ay Datça’da bir yazı kampına katıldım. Yazmak olduğumu hatırladım. Yazıyorum artık bol bol. Kabuk diye bir kitap yazmaya çalışıyorum. Öyküler yazıyorum. Denemeler… İçsesler… Oto kurgular…

Sevgili Yeşim Cimcoz’a çok sevgiler. Artık sanal yazı evinin de bir üyesiyim. Sen de olsana?

Yazmak için yazarlık kariyerine gerek yok. Yazmak şifalıdır. Bu sebeple meliszararsiz.com’a da taşıyorum bu yazmak işini. Seninle yazılarımı paylaşacağım, hem de biriksin burada denemelerim diye.

Ancak, bunun ötesinde, kendine şifa için mutlaka bir defter almanı önereceğim. Ben yazamam ki, ben yazmayı sevmem, yeteneğim yok, vaktim yok gibi cevaplar geliyorsa aklına, bil ki hepsi boşuna 🙂 Senden yazdıklarını birine göstermeni istemeyeceğim, bir yeti sergilemeni beklemeyeceğim, bir altı dakikan ise mutlaka vardır gün içinde kendine ayırabileceğin. Yazmayı sevmek zorunda da değilsin. Diş fırçalar gibi yap bunu. İnan iyi gelecek.

Ne yazayım mı diyorsun, gerekirse, ne yazıcam ki ben üf yaz. Ama yaz. İçini dök. Kimse okumayacak, iyi saklarsan defterini:) Tabii ki istersen okut birilerine, ama amaç bu değil. Amaç senden çıkması bir şeylerin. Kelimelere kavuşması. Bir anlam kazanması böylelikle, somutlaşması. Ben çoğu kez düşündüğüm, hissettiğim şeyi yazınca anlıyorum, haaaa, böyleymiş diyorum. Netleşiyorum. Sen de yap. Netleş. Ne oldu bugün, bu hafta, bu ay? Neler yaşadın, neler hissettin, neler düşündün, neler yaptın, neler yapamadın, neler oldun, neler olmadın? Ne gördün, ne duydun, nereye gittin, ne yedin, yani yaşamına neler sığdı, gözüne neler çarptı, gönlüne neler değdi. Yazıver.

Ben yazıyorum. Ve yazdıklarımı seninle paylaşacağım burada.

Tolerans Pencerende misin?

Dr. Sarah Halliday
Senior Consultant Clinical Psychologist
Halliday Quinn Limited

Gabor Maté ismini ilk kez Zeynep Aksoy‘dan duymuştum, yin yoga eğitmenlik eğitimi alırken.

1944 Budapeşte doğumlu Maté, travmatik bir çocukluğa sahip olan, yirmili yaşlarının sonlarında yerel bir lisede tarih öğretmeni olarak çalışırken, aniden tıp eğitimi almaya karar veren, doktorluk hayatı boyunca uyuşturucu bağımlıları, AIDS hastaları ve zihinsel engellilerle çalışmayı tercih eden bir doktor. Maté, bestseller listelerine giren ve yirmiden fazla dile çevrilen dört kitap yazmış. 2011’de Northern British Columbia Üniversitesi’nden onur doktorası almış. Yayımlanmış kitapları: A New Look at the Origins and Healing of Attention Deficit Disorder (1999), Hold On to Your Kids: Why Parents Need to Matter More Than Peers (Gordon Neufeld ile birlikte, 2005), In The Realm of Hungry Ghosts: Close Encounters With Addiction (2009).

Kendisinin yakın zamanda bir belgeseli yayınlandı. The Wisdom of Trauma – Travmanın Bilgeliği olarak çevirebiliriz herhalde, buradan inceleyebilirsiniz.

Filmi izledikten ve çok etkilendikten sonra Facebook’ta konuyla ilgili bir gruba dahil oldum. Çocukluk travmalarına dair dünyanın pek çok yerinden herkes paylaşım yapıyor, destek için iletişime geçiyor.

Bu grupta bir yazı paylaşıldı, o kadar etkilendim ki, üşenmedim Türkçe’ye çevirdim ve bugün yin yoga dersimizde öğrencilerimle paylaştım. Onlar da çok etkilendiler ve yazıyı onlara da yollamamı istediler. Ben de blogda dursun istedim ki kime ulaşabiliyorsa ulaşsın.

Doktor, psikolog ve insan hakları aktivisti Dr Louise Hansen yazmış bu yazıyı. Kaliforniya, Los Angeles Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde klinik psikiyatrist olan Dr. Dan Siegel tarafından geliştirilmiş bir model olan ve psikoloji biliminde önemli yeri olan Tolerans Penceresi‘ni öyle güzel tanıtmış ve öyle güzel bir öneri sunmuş ki bize. İyi okumalar:

“Her gün hepimizin belirli bir miktar enerjisi var. Enerjimiz güzel olduğunda iyi hissediyoruz ve sanki her şeyin üstesinden geliriz gibi oluyor. Çünkü aslında “uyanıklığımızın” en uygun olduğu anın içindeyizdir; buna “tolerans penceresi” deniyor. Burada yeterince güvende ve tamam hissederiz.

Ancak her zaman bu pencerede değiliz. Bazen çok fazla enerjimiz oluyor, bazen de çok azını deneyimliyoruz. İyi haber şu ki, pencereden gidebileceğimiz sadece iki yön var, ya yukarı ya aşağı doğru. Yani ya uyanık halimizin en uygun halinde oluruz (pencerede), ya aşırı yükselir tavana çıkarız, ya da yerin dibinde hissederiz, yani en enerjisiz halimizle yerin dibine geçeriz, bodrum katına.

Tavan çok fazla enerjidir, çok fazla uyanıklıktır, bu da öfke, endişe, aşırı yorgunluk, dehşet, hatta ve hatta cinnete kadar yolu olan deneyimler yaşatabilir. Bodrum katı ise çok az enerjidir ve yorgunluk, mutsuzluk, hissizlik, düzlük, boşluk ya da depresiflik olarak kendini hissettirir. İşte bu zamanlarda kendimize sorabiliriz: Neredeyim?

Bu soru ve bunun cevabını bilmek çok kıymetlidir çünkü yoklamış oluruz kendimizi: Penceremde miyim? Tavanda mıyım, bodrum katında mıyım? Bunun cevabı aslında bir pusula gibidir, bize nasıl ilerleyeceğimiz konusunda yol gösterir. Çelişkiyi de elimine eder, ki bu çok iyidir, çünkü belirsizlik stresi şiddetlendirir.

Tüm bebekler kendilerine ait tolerans penceresinde kalabilmek için belirli içeriklere ihtiyaç duyarlar: sıcaklık, dokunma, yumuşak ses tonu, süt, uyku. Bu malzemelerle güvende ve iyi, dengeli hissederler. Bunlar yoksa ağlarlar. Pencerelerine dönmeleri için daha azına ya da daha çoğuna ihtiyaç duyarlar.

Yetişkinler de bebekler gibidir. Bizim de sıcaklık, dokunma, yumuşak ses tonu, yemek ve uyku ihtiyacımız var. Ancak bunları bizim için hazırlayacak ebeveynlerimiz yok artık. O zaman da hangi malzemelerin yardımcı, hangi malzemelerin zararlı olabileceği konusunda karışıklık yaşayabiliyoruz: Yemek mi, uyku mu, hareket mi, partner mi, arkadaş mı, terapi mi, seks mi, uyuşturucu mu, kumar mı, porno mu?

Bazı içerikler bizi anlık iyi hissettirir, mesela şeker, ve bunların etkileri kısa sürer. Diğerleri daha zorlayıcıdır, mesela egzersiz yapmak, ve bunların faydaları daha uzun sürer. Bağımlılığın ise geri tepme etkisi vardır, madde ya da obje anlık rahatlık sağlar ve daha sonra olduğumuzdan da kötü hissederiz.

Tavandayken yani çok fazla yüksekken, bizi sakinleştirmesi için kişisel bakım araçlarına ihtiyaç duyarız. Bodrum kattayken, yani yeterli enerjimiz yokken, yeniden şarj olacak yollara ihtiyaç duyarız. İhtiyacımız farklı olabileceğinden, kendimize “neredeyiz” diye sormamız çok önemli.

Sizi ne rahatlatır? Sizi ne yeniden şarj eder? Sizi koruyan şeyleri kontrol edin: beden (yemek, su, hareket, dinlenmek), zihin (açıklık), sosyal bağ (aile, arkadaşlar, çevre), ülke (doğa, yürüyüş, kamp), kültür (yemek, müzik, bilim, sanat, teknoloji) ve ruhanilik (varoluş, meditasyon..)

Unutmayın ki tolerans penceremizdeysek mantıklı kararlar almamız daha kolay olur: yani yeterince güvenli ve tamam hissettiğimizde. Tavandaysak pişman olacağımız kararlar verebiliriz, mesela sinirlenmek, ya da ne bileyim, sokakta çıplak koşmak! Bodrum katta ise çaresiz hissedebiliriz ve o durumla bir türlü baş edemeyebiliriz.

Araştırmalar gösteriyor ki tolerans penceresi travma deneyimlemiş insanlar için daha küçük olabiliyor. Yani yaşanan durumları diğerleri kadar çok tolere edemeyebiliyorlar. Onlar bodrum katta ya da tavanda daha fazla zaman geçirebiliyorlar: yeterince tamam, yeterince güvende hissedemiyorlar.

İyi haber şu ki bu yükselişlerimizi düzenleyebiliriz ve bu da tolerans penceremizi genişletebilir. Nasıl mı? Düzenli olarak kontrol ederek. Pencerede miyim? Tavanda mıyım? Bodrum katta mıyım?  Koruyucu malzemelerden destek alıyor muyum?

Hayat deniz gibi, sürekli dalgalı. Her gün bilinçli veya bilinçsiz şekilde bu içerikleri, bu malzemeleri kullanıyoruz ve bu da uyanık oluşumuzu etkiliyor. Biraz daha farkındalıkla, biraz daha faydalı içerik ve malzemeyi doğru zamanda kullanmakla kendimizi düzenleyebiliriz. Bu da yaşamın dalgasını daha az türbülanslı kılar.

Not: Pek çok lider, açıklık (clarity) olmadan güven sahibi. Açıklık olmadan güven, yıkıcı olur. Açıklık olmayan güven aslında gezegeni yok ediyor. Açıklık, açıkça görmek demek: her şeyi olduğu gibi görmek. Açıklığın yan tesiri huzurdur: Neşe, basitçe dans eden barış ve huzurdur. Açıklık, huzuru, neşeyi, sevgiyi, mutluluğu, coşku ve anlayışı getirir. Mutluluğun peşinde olmayın. Açıklığın peşinde olun.

Dr Louise Hansen

Doktor Psikolog

İnsan Hakları Aktivisti

Çeviri: Melis Zararsız

Dünya Yoga Günü 2021

Merhaba!

Bugün online yin yoga dersimizde yin yoga pratiğimizden sonra öğrencilerime yoganın onlar için önceden ne anlama geldiğini, deneyimledikten sonra neler fark ettiklerini sordum. Yoga ülkemizde ilk popüler olmaya başladığı zamanlarda “ne bu antin kuntin işler” diyormuş öğrencilerimden biri mesela, hiç yabancı gelmedi bana da 🙂

Biraz içine bakınca da “bana göre değil, zaten ben yapamam”lar girmiş devreye. Bu da çok tanıdık açıkçası.

Şimdi ise düzenli olarak pratik yapıyor ve oldukça faydasını gördüğünü söylüyor.

Ben hatırlıyorum, ciddi nefes çalışmaları olduğunu duymuş ve, ben astımım zaten, bana iyi gelmez (??) demiştim, sonra da bir iki poz görüp, hmm, çocukluğundan beri spor yapan çok esnek kişilerin artistik, bale gibi pozları , kendilerine mutluluklar, demiştim.

Şu an yin yoga ve meditasyon dersleri veriyorum. İnanılmaz. Zaten yoganın öğretilerinden belki en önemlisi de bu işte; önyargıları, sınırları, kendi inanç ve belki zincirlerini fark etmek. Esnetebiliyor musun, daraltman mı gerekiyor, yoksa dengede misin, fark etmek. Bununla ilgili bir şeyleri değiştirebilir misin, araştırmak, bakmak. Bunu beden yoluyla, nefes yoluyla, anda kalma yoluyla, içine dönme yoluyla, bunlara zaman ayırma yoluyla yapmak.

Derste yoganın felsefesinden de bahsetmek istedim öğrencilerime. Ben meditasyonla başladığım için bu yolculuğa, şahsen meditasyonun, nefesin, farkındalığın arka planında bir felsefe yattığı konusunda, Budizm, Hint kültürü konularında bilgi sahibiyim. Yin Yoga eğitmenlik eğitiminde tanıştım Patanjali’nin Yoga Sutralarıyla, Upanişadlarla, Bhagavad Gita ile, yani Yoga’nın da arka planında bir felsefe ve bir tarih yattığıyla.

Derste kısaca Patanjali’den ve bu kitaplardaki metinlerin temelinden bahsettim. Bu arada, üçü de Türkçe’ye çevrildi, yukarıdaki isimleri Google’da aratarak bulabilirsiniz.

Yoga yaklaşık 50.000 yıl önce Hindistan’da ortaya çıkmış. Fikrin kökeni ise aynı zamanda hem bedeni hem zihni hem de ruhu çalıştırmak üzerine kurulmuş. Yoga en başından beri aydınlanma içeren bütüncül bir yaşam pratiği anlamı taşıyormuş. , Yoga felsefesinin kurucusu olarak kabul gören Patanjali adındaki Hint düşünür konuyla ilgili tarihi metinleri, sözel bilgileri, farklı kişilerin yoga teori ve pratiklerine dair gözlemlerini kapsamlı bir metinde toparlamış. Hayat boyu süren yoga yolculuğunda atılacak adımları, aşılacak engelleri ve ulaşılacak hedefleri simgeleyen 8 yoldan söz ediliyor. Devamı kitaplarda diyeyim, daha uzatmayayım.

Upanişadlar ise İnsanlığın İlk Felsefi Metinleri olarak geçiyor. Hindistan topraklarının ürünü olan bu metinlerin M.Ö. 800 yıllarında tamamlanmış olduğu düşünülüyor.

Bhagavad Gita da kutsal kabul edilen bir Hindu metin. Bhagavat Gita’da 700 kadar vecize var. Bir destanı anlatır. İnanışa göre MÖ 3000 yılında “dünya savaşı” denebilecek büyüklükte bir savaş meydana gelir. Bu savaş iyilerle kötüler arasındadır, iyi tarafta olan Arjuna, Krişna’dan yardım ister. Gandhi gibi bazı Hindular Bhagavad Gita’da anlatılan bu savaşın, savaş arabalarının, savaş atlarının, aslında “sembolik” olduğunu düşünürler. Arabacı bilinçtir, atlar kamçılanan isteklerdir, savaş yaşamdır, tekerlek zamandır araba beden ve arabanın sahibi ise “ben”dir.

Yoga yapan kişi yoganın beden, zihin ve ruh birlikteliği olduğunu, öz ben’le bir temas için, aydınlanmak için bir yol olduğunu bilen kişidir idealde. Evrensel ahlaki disiplinleri hayatına geçirendir. Ne yaptığına, ne söylediğine, ne yediğine, ne içtiğine dikkat edendir. Vicdanlı olandır. Önce kendiyle temasta kalarak bütüne ulaşma yolunu kendine açandır.

Bu kadar teori yeter, pratik etmek istiyorum, ben yoga yapmak istiyorum diyorsan, seni bir de şöyle alacağız. Yoga da hangi yoga 🙂

Asthanga Yoga

Nefes teknikleri ile egzersizlerin önemli bir yer tuttuğu bu türde pozlar ve nefesin senkronize olması gerektiği vurgulanır. Eğer sakinleşme arayışı içindeysen, dengeli bir uygulama sunan Asthanga yogayı deneyimleyebilirsin.

Hatha Yoga

Yoga deyince ilk akla gelen. Bedendeki zıt enerji birimleri, yoga pozları, nefes ve rahatlama akışları ile dengelenir. Başlamak için iyi bir seçim olabilir.

Vinyasa Yoga

Oldukça hareketli, akışkan, enerjik yoga türlerinden biri olan Vinyasa yogada farklı pozlar nefes eşliğinde bir uyum içerisinde akar. Zamanla kondisyon yaptırır, hem kaslar, hem bağ dokular çalışır. Hareketli, akışkan bir yoga için vinyasa yogayı dene.
Atölye Mudita‘dan Buğday Bezen hocaya ulaşabilirsin.

Yin Yoga

Bağ dokularının esnemesini ve gelişmesini amaçlayan Yin yoga’da, pozların içinde 3-5 dakika kalınır. Böylece bağ dokular, fasya dokusu nazikçe gerilir ve uzar. Meditatif ve pasif pozlardan oluşur, pozlar arası akışlara pek rastlanmaz, ayakta hareketlere az rastlanır. Yin Yoga’da zorlayıcı unsur zamandır. Yavaşlamayı, sabrı öğretmesi açısından da faydalıdır. (Online ve açıkhava yin yoga derslerine katılmak için lütfen bana ulaş)

Kundalini Yoga

Omurganın en alt kısmında bulunduğuna inanılan kundalini enerjisini kullanan yoga türüdür. Daha çok meditasyona ve mantralara ağırlık vererek enerji çakralarının yükseltilmesi hedeflenir. Kundalini yoga sayesinde bedenin, duyguların ve zihnin üzerinde bir bütün olarak çalışabilir, spiritüel bir deneyime sahip olabilirsin.

Bikram Yoga

38 derece sıcaklıktaki mekânlarda uygulanan pozlar vasıtasıyla, sıcaklık ile bağ dokuların daha kolay esneyebilmesi ve vücudun toksinlerden arındırılması hedeflenir. Bolca ter atmaya ve salgı bezlerini çalıştırmaya yarar.

Restoratif Yoga

Sinir sistemini onarmak ve bilinci dengelemek için bir nevi şifa yogası olarak tanınan Restoratif yogada bağ dokular ve kaslar bilinçli şekilde gevşetilir, nefes uygulamaları ön plândadır. Omurga fevkalade rahatlar.

Somatik Yoga Terapi

Stres kaynaklı olduğu muhtemel omuz ve sırt ağrıları, fıtık, skolyoz, siyatik, astım, kronik yorgunluk, yüksek tansiyon, bağırsak sorunları gibi rahatsızlıklarda yoganın tıbbî tedavileri desteklediği türüdür. Genelde fizyoterapistlerle dirsek temasında çalışılır. Somatik Yoga Terapi ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan Atölye Mudita‘dan Buğday Bezen hocaya ulaşabilirsin.

Duygular, Mantralar ve Meditasyon

Adalar Kültür Derneği’nde Meditasyon Dersi

Bu Pazar konumuz duygulardı. Dersimize ise yoga workshop’ından çıkmış öğrenciler misafir oldular. Katılımları için çok teşekkür ederim.

Duygulardan şöyle bahsettik. Herkes çeşitli duygular hisseder ama bu duyguları ifade etme ve deneyimleme biçimi kişiden kişiye değişiyor. Psikolojide duygular, fizyolojik, davranışsal ve bilişsel tepkilerle gelen kişisel deneyimler olarak adlandırılıyor.

6-8 temel duygunun varlığı yaygın olarak kabul edilmiş durumda. Hepimiz bu duygularla dünyaya geliyoruz belli ki.

Mutluluk, Üzüntü, Korku, Şaşkınlık, Öfke, Sevgi, Nefret ve Utanç.

Her şey çocuklukta başlıyor. Ebeveyn olarak çocuklarımızın duygularına nasıl tepki verdiğimiz, onların duygusal zekâlarının gelişimi üzerinde önemli bir etki yaratır. Çocukların duygularını görmezden gelirsek, onaylamazsak, onların duygularını nasıl yöneteceklerini öğrenmelerini engellemiş oluruz. Örneğin korkusunu ifade ettiğinde alay edilen ya da aşağılanan bir çocuk, bir sonraki korku duygusu hissettiğinde utanç duyar. Duygusunu yaşayamaz.

Duygularımız kültürümüzün, eğitimimizin, cinsiyetimizin ve yaşadığımız ülkenin de bir parçasıdır.

Ultrason kullanımı sayesinde, doğmamış bebeklerin gülümsediğini ve hatta ağlama gibi ifadeler gösterdiklerini keşfetmişler. Bu, ana rahmi gibi sessiz ve sakin bir yerde bile, insanların çoktan “harekete geçmeye” başladığını kanıtlıyor. Hayatta kalmalarını garanti edecek bu içgüdüsel ve temel dilde eğitime başlıyorlar. Darwin, duygularımızın nihai hedefinin adaptasyon, hayatta kalma ve birlikte yaşama olanaklarını kolaylaştırmak olduğunu söylemiş, tıpkı stres gibi, o zaman onları korkmadan, saklayıp gizlemeden yaşayabilmeyi, açığa çıkarmayı öğrenmeliyiz.

Her duygu vücutta farklı fizyolojik tepkiler yaratır. Ce-e diye ortaya çıkan birinden korktuğunuz ve şaşırdığınız için kalp atışınız hızlanır, kaslarınız gerilir, sıcaklığınız yükselir. Beyinde de bilişsel faaliyetler olur.

Duygular geçicidir. İngilizcede duygu: Emotion: motion hareket demek.  Ruh hali ise daha uzun sürer.

Duygular istemsizdir. Hissedeceğimiz duyguya çoğunlukla karar veremeyiz. Duygusal zekamızı geliştirerek bu duyguları yönetebiliriz.

Farkındalık ile meditasyon teknikleri el ele gidiyor malum. Bilinçli olarak, farkında ve anda olma hâlinin ve bu hâlin hayatımızın ayrılmaz parçası olması niyetinin gerçeğe dönüşmesi, meditatif uygulamaları belirli bir özdisiplin ile hayatımızın içine almamızla mümkün oluyor ancak. Aynı şekilde, duygusal zekânın, varsa var, yoksa yok şeklinde bir tarafının olmadığını, geliştirilebilir bir kapasite olduğunu da biliyoruz. Duygusal ve Sosyal Zekâ bileşenlerini geliştirmek için uygulanabilecek pek çok metot var ve yine işin içine özdisiplin giriyor. Konuya bu bakış açısıyla yaklaştığımızda, Dalai Lama’nın farkındalığın doruklarında bir çeşit Nirvana yaşadığını, Daniel Goleman’ın ise bir duygusal zeka tanrısı olduğunu hatırlayalım. Ancak her ikisi de bu konuların tanrısı olduklarını kesin bir biçimde reddediyor. Bu konudaki söylemlerinin ise ortak bir noktası var; “sürekli ve vazgeçmeksizin kendi üstümde çalışıyorum” diyorlar. Hal böyle olunca duygusal zekası en güçlü insan veya “en” farkındalıklı insan şeklinde bir tanımlama yapmak da kendimizden bu tür bir beklenti içinde olmak da anlamsız. Bu noktada asıl odaklanılması gereken konu şu; “İnsanın duygusal ve düşünsel olarak bütünlenmesi ve kendisi olabileceğinin en iyisi olmaya yönlenmesi”. Konuya bu noktadan bakıldığında duygusal zekanın ve farkındalık öğretisinin birbirini besleyen çok önemli iki disiplin olduğunu görüyoruz.

Duygusal zekanın gelişmesi de farkındalığın artışı da aynı sonuca vardırıyor:

Yargılama yapmadan (kendine ve başkalarına ve olaylara) gözlem yapma yeteneğini geliştirmek, olanı olduğu gibi değerlendirmek.

Zihinsel süreçlerimize derin bir bakış açısı ile yaklaşmak ve kendi zihinsel aktivitemizin dinamiklerini fark etmek.

Düşüncelerimiz, duygularımız, söylediklerimiz ve davranışlarımız arasındaki bağı fark etmek ve bu anlamda bilinçli farkındalık düzeyine gelmek.

**Özdisiplin her ikisini de geliştirmenin olmazsa olmazı, şüphesiz.

Duygusal zeka öğretisi ve farkındalık, bizim genetik zekâmızda mevcut aslında Anadolu toprakları, farkındalık öğretisinin ve duygusal zekânın en önemli temsilcilerine yuva olmuştur. Yunus Emre, Mevlana ve daha niceleri bu öğretiyi çoktan zihinlerimize ekmişler. Bu spiritüel konuları temel alan tüm kitaplarda Mevlana ya da Yunus Emre’den alıntılar bulursunuz.

Meditasyon modern dünyada,konforlu, kalıcı ve sürdürülebilir öğrenmeyi mümkün kılıyor. Herkes mutlaka inzivaya çekilecek diye bir şey yok, modern toplumun koşturması ve iş hayatı içinde de iş doyumu, artan verimlilik, duyguların denetimi, aidiyet, çatışma, öfke ve stres yönetimi gibi gelişim konuları meditasyonun olumlu yan etkileri haline geliyor.

Duyguların İfade Edilebilmesi

“Bir duygu acıya neden olmaz. Asıl acı ve ızdıraba yol açan şey, bir duyguya direnilmesi veya bir duygunun bastırılmasıdır.” – Frederick Dodson

Bazı bireyler duygularını çok kolay dile getirebilirken, bazıları duygularını içine atarlar ve kendi içlerinde yaşarlar. Bu farklılığın sebebi çocukluğa dayanmaktadır. Özellikle içinde yaşamış olduğumuz toplumun kültürel yapısı göz önüne alındığında kadınlar neşelerini, erkekler de üzüntülerini dile getirmekte daha fazla güçlük çekerler. Ayıp, yakışmaz gibi toplumsal kurallar yüzünden…

Psikanalitik teoriye göre, kişinin geçmişte yaşamış olduğu, travmatik durumların rahatsızlık verici duygu yükünü boşaltarak, rahatlaması ve arınması gerekiyor. Kişi duygu yükünü konuşarak atamadığı noktada beden bu duyguyu yaşamaya ve dışarıya aktarmaya çalışır. Özellikle yaşanan olumsuz duygular dışarıya ağzımızdan çıkarak ifade edilmediğinde beden, geçmeyen baş ağrıları, sebebi bilinmeyen karın ağrıları, hatta panik ataklar ile duyguları ifade etmeye, kendinden atmaya çalışır. Bedenimiz bizimle hep konuşur ve sinyalleri verir. Bundan dolayı duyguları yaşayıp ifade etmenin zihinsel ve bedensel sağlığımız üzerinde çok büyük etkisi vardır.

Hem bireysel ruh sağlığımız, hem de ikili ilişkilerimizde problem yaşamamak adına duygularımızı ifade etmenin yöntemlerini bulup duygusal zekamızı geliştirebilmeliyiz.

Duyguları ifade edebilmek için ilk önce duygularımızı tanımamız gerekiyor. Olumsuz bir olay yaşadığınızda ilk önce bedeninize odaklanın. Ne hissediyorum ve bedenimde ne oluyor sorusunu kendinize sorun. Daha sonraki aşama ise hissettiğimiz duyguyu karşı tarafa aktarabilmek. Burada önemli olan karşı tarafa nasıl hissettiğimizi düzgün bir şekilde ifade etmemiz. Şu an kızgın hissediyorum, bu yaptığın duygularımı incitti, bu söylediğin beni şaşırttı, üzdü, kırdı, sevindirdi vs… Öfke güçlü bir duygu, enerjisi kuvvetli. Yıkıcı ve saldırgan olmaması için doğru zamanda, doğru şekilde ifade edilmelidir. Belki kendi kendimize meditasyon çalışmaları yaparak, kendimizle yüzleşerek, ağlayarak, bağırarak, şarkı söyleyerek, dans ederek de bu enerjiyi içimizden dışarı atabiliriz.

Ayrıca hissetmiş olduğunuz her duyguyu tanımlamaya çalışın. Şu anda hissettiğim duygu nedir? Genelde tanımsız kalıyor duygular, karışıyor, o zaman boşlukta hissediyoruz. Duygularınız güçlüyken bir defter tutup deftere yazmanızı öneririm. O duygu yükünü boşaltmanıza ve ne olduğunu anladığınızda rahatlamanıza yardımcı olacaktır.

Osho diyor ki;

İnsanlık ne yazık ki bastırılmıştır. Bireyler arada bir doğal olarak öfkelenmek yerine öfkesini topladı, bastırdı ve o kadar çok zehirle doldu ki bu bir dünya savaşı haline geldi.

Bastırarak, yaşamamız gerekmeyen bir hayatı yaşıyoruz. Bastırarak yapmayı istemediğimiz şeyleri yapıyoruz. Bastırarak olmadığımız biri gibi oluyoruz. Bastırarak kendi özümüzü yok ediyoruz. Yavaş bir intihar denebilir buna. Psikologlar hastalıkların yüzde yetmişinin bastırılmış duygulardan kaynaklandığını söylüyor. O kadar çok öfke ve nefret birikiyor ki, kalp zehirleniyor.

Öfkelendiğimizde, başkası aslında konu dışı. Öfkemizi başkasının üzerine kustuğumuzda bir zincir oluşturuyoruz, o da bir tepki verecek ve bu büyüyecek. Öfke hissettiğimizde koşabiliriz, bağırabiliriz.

Osho aslında şunu demek istiyor: Yemek bozuk olduğunda yemeği yapan kişinin üstüne kusmuyoruz. O yemeği biz yedik, gidip tuvalete kustuğumuzda rahatlıyoruz. Öfkemizi de bedenimizde tutmamalıyız. Öfkeyi fark ettiğimiz anda koşabiliriz, zıplayabiliriz, ağlayabiliriz, bağırabiliriz, şarkı söyleyebiliriz. Böylelikle enerji akışkan olsun, kozmosa geri dönsün. Problemin içine girip yeni bir problem yaratmayalım.

Öfkenin içine gir, onu uzun uzun düşün, tat onu. İçinde oluşsun bırak. Etrafını bulut gibi sarsın. Tüm acıyı hisset. Senin nasıl aşağıya çektiğini fark et. Bunu bil. Hakikat özgürleştirir, eğer deneyimlersen.

Engellenen enerjin öfkeye dönüşür. O sana ait bir hakikattir. Bu nereden geliyor? Kaynağına git. Boşluğa ulaşacaksın. Öyle derine gideceksin ki bomboş bir alana çıkacaksın. Çünkü o aslında egondu. Sahte kimliğindi. İncinmiş olan egondur.

Öfke sürekli değildir, anlıktır. Kimseye zarar vermez. Yükselir, iner. Sonsuz sevgiye dönüşür. Bastırıp biriktirirsen zehre dönüşür. Hissettiğin tüm duyguları yaşa. Sonra gözlemle onları. Neler olup bitiyor? Öfkeni mahremiyetinde yaşa ve sonra onu anlamaya çalış. Öfkenin gözünün içine bak. O zaman kaybolacak.

Derste 10 dakikalık bir meditasyon yaptık ve meditasyon esnasında kızdığımız bir konuyu düşünüp, burnumuzdan derin nefesler alarak ağzımızdan ses çıkararak verdiğimiz nefeslerle rahatladık.

Boğaz çakrasından bahsettik.

OM meditasyonunda ise odadaki senkronu, uyumu, müziği ve ahengi görmenizi isterdim.

Haftaya duygular üzerine çalışmaya devam edeceğiz.

İlk dört haftayı bitirdik meditasyon derslerimizde. İkinci ayda bizlerle olmak isterseniz, lütfen Adalar Kültür Derneği’ni arayarak kaydınızı yaptırın.

Strese Karşı Neden ve Nasıl Meditasyon

İyi pazarlar. Bugün Adalar Kültür Derneği’ndeki meditasyon dersimizde konu stresti.

Stresin ne olduğuna ve neden olduğuna değinmeden önce, en önemli yaşam organlarımızdan olan beyine baktık.

Beyin, sinir sistemimizin merkezi. Canlının organizmasının işlevlerini denetleyen, duyum ve bilinç merkezi olan bir organ. Hayvanlarda beyin, doğmadan önce gelişiminin çoğunu tamamlıyor. Mesela bir tay doğumdan hemen sonra ayağa kalkıp yürümeye çalışıyor, yani hayvanlar, beyinleri zaten programlanmış ve hazır halde doğuyorlar. İnsanlarda ise bu gelişim yıllarca sürüyor, neredeyse bitmek bilmiyor diyebiliriz. Beynin gelişimi normal şartlarda yirmibeş yaşına kadar devam ediyor. Bu yaştan sonra ise çevresel faktörler, yaşadıklarımız, gördüklerimiz, okuduklarımız, kısacası deneyimlerimiz, beyni değiştirmeye ve geliştirmeye devam ediyor.

Beyin, günlük harcadığımız enerjinin yüzde 20’sini kullanan bir organ.

İlkel beyin, yani amigdala, nabız, solunum, kalp atışı, uyku, nefes alma gibi temel vücut işlevlerinin yönetim merkezi. İçgüdüsel tepkiler de beynin bu kısmında yönetiliyor. İlkel beyin, beynin çekirdeğinde, en altta, beyin sapına yakın olan bölgede yer alıyor.

Hemen üzerinde orta beyin var. Orta beyin, cinsellik, sağlık ve duygularla ilgili işlemlerden sorumlu. Öğrenilen bilgilerin uzun süreli olarak belleğe aktarımı burada gerçekleşiyor.

En dışta, kafatasına ek yakın kısımda ise beyin korteksi var. Bu bölüm, düşünme, konuşma, üretme ve planlama işlevlerini yürütüyor. Duyma, görme, algılama merkezleri burada yer alıyor. Bu kısım canlılar arasında en fazla insanda gelişmiş vaziyette.

Beyinde gri ve beyaz madde denen maddeler var. Gri madde sinir hücrelerinden meydana geliyor. Beyaz madde de sinir hücrelerinin uzantılarından oluşuyor. Gri madde, bulunduğu yerdeki aktiviteyi artırıyor.

Meditasyonun beyin üzerindeki etkilerini gösteren bilimsel çalışmaların birinde, meditasyon yapan ve yapmayan iki grup karşılaştırılmış. Her iki grupta da katılımcılar benzer cinsiyet ve sosyal hayata sahip, şehirde yaşayan, stresli işlerde çalışan, aynı yaş aralığındaki kişiler. Çalışmadan sonra bu kişilerin beyin MR’ları çekilmiş ve kendileri ile röportajlar yapılmış. Araştırma sonuçlarında, meditasyon yapanlarda meditasyon yapmayanlara göre şu durumlar tespit edilmiş;

Beyinde öğrenme, karar verme ve hatırlamayı sağlayan bölümde gri maddede artış, yani beyin korteksinde gri madde artışı. Gri madde arttıysa o bölgede işlem de olumlu yönde arttı demektir.

İlkel beyin olarak bilinen, “savaş ya da kaç” komutunun verildiği, amigdalanın gri maddesinde azalma gerçekleşmiş. Yani amigdalada daha az işlemci aktivitesi gerçekleşiyor demek oluyor bu. Daha az işlemci ile savaş ya da kaç komutu azaldığı için, stresli anlarda kaçmak ya da tepki vermek yerine analiz edip, mantıklı yanıtlar veriyor hale gelmişler.

Diğer gözlemlenen sonuçlar ise şöyle; streste, anksiyetede, depresyon belirtilerinde, öfke ve panik atakta azalma, odaklanma ve dikkatte artış, genel mutluluk düzeyinde ve hayat kalitesinde artış, uyku sorunlarında azalma, ağrı şikayetlerinde azalma.

İkinci çalışma, Harvard Üniversitesi’nde 8 hafta sürüyor. Bunun için, daha önce hiç meditasyon yapmamış tek bir grup oluşturuluyor. Bu grubun çalışma öncesi beyin MR’ları çekiliyor. Grup 8 haftalık, günde 30-40 dakika meditasyon yapacakları yoğun bir programa alınıyor. 8 hafta sonunda tekrar beyin MR’ları çekiliyor.

İlk önemli sonuç: Beynin öğrenme ve hafızada önemli rolü olan bir bölgesi olan hippokampusta gri maddede artış gözlüyorlar. (Normalde depresyonda olan insanlarda bu alanda daha az gri madde bulunuyor.)

İkinci sonuç: Kulaklarımızın üst kısmında yer alan bölgede gri maddede artış gerçekleşiyor. Bu bölge olaylara farklı açılardan bakmamızı sağlayan, aynı zamanda empati ve şefkat duygularının yönetildiği bölüm.

Üçüncü sonuç: Amigdalada gri maddede azalma görülmüş. Özellikle sözlü röportajlarda streste azalma ve ilişkilerinde düzelme olduğunu söyleyen katılımcılarda diğerlerine göre amigdaladaki değişim daha fazla gerçekleşmiş.

Bilim dünyasındaki önemli kurumlarca yapılan bu araştırmaların bir çoğu beyindeki nöro-plastisite değişimini kanıtlayan araştırmalar. Plastisite terimi yunancada “plaistikos” kelimesinden kaynaklanıyor ve biçimlendirmek, şekil vermek anlamına geliyor. Nöroplastisite özetle merkezi sinir sisteminin çevresel değişimlere uyum gösterebilme yeteneği. beynin öğrenme, unutma ve hatırlama yeteneklerine işaret ederek, vücudun içinden ve dışından gelen uyaranlara bağlı olarak gösterdikleri yapısal ve işlevsel değişiklikleri kapsıyor.

Bu araştırmalara göre düzenli meditasyon ile beyindeki nöronların birbirleri ile bağlantı şekilleri ve ilişkileri evrimleşme yönünde hızlı bir değişim gösteriyor, beynin kimyası da değişiyor. Düzenli meditasyon ile zihnimizin çalışma şeklini değiştirmemiz mümkün ve bu bilimsel olarak da kanıtlı.

Stres Nedir?

Stres, aslında düşündüğümüz gibi kötü bir şey değil, gerekli bir şey, ama gerektiği zamanlarda. Uyum sağlanması ya da tepki verilmesi gerekli herhangi bir tehlike anında vücudun gösterdiği doğal bir reaksiyon. Amacı bizi korumak. Tehlikeyle ilgili gözlenen durum gerçek bir olay olabileceği gibi zihnin “tehlikeli olarak algıladığı” bir durum da olabilir. Kişiyi korumak adına ortaya çıkan stres tepkisi, çok fazla gözlendiğinde ise, yaşam kalitesini ve bireyin işlevselliğini bozuyor.

Stres, sinir sistemini etkileyen en önemli uyaranlardan birisi. Kronik stres altında beynin uyum gösterme yeteneğinde çeşitli düzeylerde yetersizlik oluşabiliyor. Böyle bir yetersizlik de başta depresyon olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açabiliyor.

Beyin Dalgaları:

Dört farklı beyin dalgası var. Beta, Alfa, Teta ve Delta.

Beta: Korkuyla tetikleniyor. Stres beyin dalgasıdır (15-40 hz) Tehlike söz konusuysa devreye giriyor. Amacı kişinin o an işe yaramayan fiziksel ve zihinsel bazı sistemlerini kapatarak sadece tehlikeye konsantre olup ani hamlelerle hareket etmesi ve yaşamda kalmasını sağlamaktır.

Sana saldıracak bir kaplan varsa, beyin dalgan yükselir, sempatik sinir sistemin uyarılır, kasların gerilir, tansiyonun yükselir. Beyne ve kaslara daha çok kan ve oksijen pompalanır. Savaşmaya ya da kaçmaya hazır hale getirilirsin otomatik olarak. Amaç sadece seni hayatta tutabilmek. Yaşamın kalitesi mevzubahis değil. 

Beta beyin dalgası geçmişle besleniyor çünkü aacı bilgileri kullanarak savunma geliştirmek. Bütün olasılıkları sorgulatıyor ve ölmemek için kurtuluş planı yaptırıyor.

Beta geleceğe de giderek senaryolar yazıyor çünkü ayağını sağlam basmak istiyor; nasıl kaçacak, nasıl saldıracak vs.

Beta beyin dalgası sana anı yaşatmaz, yaşatamaz. Bedeninin yaşadığı acının bile farkında olmayabilirsin. Bu şekilde vücudunda ürettiği tümörü de anlamazsın.

Bağışıklık sistemi çöker çünkü iyileştirici hücrelerinin tümünü senin kaslarına ve beynine yollar, seni tüketir kurtarayım derken. Sürekli savaş tehdidinde yaşarsan da normal olarak iyileşemezsin.

Beden normal şartlarında yaşarken, doğal tedavi faaliyetleri gösteriyor ve betadayken bunlar durur.

Biz ise modern toplumda, ortada bir tehdit yokken bunu yaşıyoruz. Geçmiş ve gelecek kaygılarıyla sanki bize kaplan saldıracakmış gibi yaşıyor ve sağlıklı hücrelerimizi öldürüyoruz.

Stres, tehlike varken faydalı, yokken zararlı, bu çok net.

Geç kaldım, acele etmeliyim, bir şey unuttum mu, faturaları yatırdım mı, müşteriyi ne zaman aramalıyım, uçak biletlerini kontrol ettim mi gibi gündelik paniklerimize, günlük hayatın tatlı telaşları diyoruz ama Metin Hara’nın Yol kitabında da bahsettiği gibi, telaş ve acelenin tatlısı yoktur.

Önemli olan yaşadığınız stresin büyüklüğü değil, onu ne kadar zihninizde tuttuğunuzdur. Minicik bir konuyu on gün düşünüp büyütürsen, bedeninde tümör bile yaratırsın. Değer mi?

Betadayken meditasyon yapamazsın, ibadet edemezsin.

Meditasyon, zihni dinlendirir. Bedenin dinlenmesi, yatağa yatmak ve kasları hareket ettirmemek değildir. Dinlenmek, beyin dalgalarını düşürmekle ilgili bir faaliyet şüphesiz.

Hepimizin algıları, neye nereden baktığımız farklı, demek ki bunu değiştirmek de mümkün.

Alfa: Hazzın, mutluluğun olduğu beyin dalgası. Güvende hissedersin. 9-14 hz. Sevginin olduğu yerde öfke mutsuzluk güvensizlik olmaz.  Mutluluk hormonlarımızın peşindeyiz. Çikolata yerken de aşık olurken de.  Vücuttaki mutluluk hormonları kanserli hücrelere saldırıyor ve onları yok ediyorlar. Mucize gibi. İnsan bedeni yeryüzündeki en gelişmiş ve kusursuz makine.

Teta uykudaki dalga boyu 5-8hz. Çok nadir derin meditasyonlarda da oluyor.  İyileştirici hücreler aktif, yaratıcılık aktif beyinde.

Delta: Derin uyku 1-4 hz. Rem. Koma gibi. Sadece yaşamsal organlara odaklanıyor beyin. Duygusal çalkantılarla uğraşamam, işime yaramayan sistemleri kapatıyorum. Rem uykusu, koma, bayılma gibi.

Metin Hara YOL kitabına teşekkürler, derste konuştuğumuz bazı konulara ışık oluyor.

Bu da Khan Academy’den, sinir sistemini anlatan, keyifli bir video:

Farkındalık ve Meditasyon. İlk Ders: Sağlıklı Yaşam ve Meditasyon İlişkisi

Şükürler olsun, yılbaşı öncesi yaptığımız demo dersten sonra ilk dersimizi bugün gerçekleştirdik.

Konumuz sağlıklı yaşam ve meditasyonun ilişkisiydi.

Sağlıklı Yaşam bir farkındalık. Genel anlamı, kişinin bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak uzun yıllar sorunsuz bir biçimde yaşaması demek. Özde ise, biliyoruz ki sadece yemek yiyip, su içip, farkında olmasak da nefes alıp hayatta kalabiliriz ancak farkındalığımız artarsa, bedenimize, ruhumuza ve zihnimize doğru besinleri vererek sağlıklı bir yaşam yaşayabiliriz. Doğru besin, sadece yemek içmek değildir. Kimlerle vakit geçirdiğiniz, hangi ortamlara girdiğiniz, hangi hobilerle ilgilendiğiniz, nasıl düşünce yapılarına sahip olduğunuz, yani zihniniz ve ruhunuzu nelerle beslediğiniz de çok önemlidir.

Nefes, yaşam demektir. Yaşadığımız çağda stresi yönetebildiğimiz kadar sağlıklı ve mutluyuz. Doğru nefes almayı öğrendiğimizde ise, en etkili stres yönetimi tekniği ile buluşmuş oluyoruz.

Uzun ömürlü olmanın yolu, derin ve uzun nefesler almak, dakikada alınan nefes sayısını azaltmaktan geçer.

Meditasyon ve nefes teknikleri, beden sağlığını optimize etmek, duyguları dengelemek, ruhu arındırmak için çok önemlidir.

Bugün, doğru nefes almanın ve hayatımızda meditasyona yer vermenin ruhumuzda, zihnimizde ve bedenimizde ne gibi somut değişiklikler yarattığını konuştuk. Louise Hay’in Sağlıklı Yaşam İçin Kendini Sev kitabından alıntılar yaptık, bir adet imgeleme, bir adet de olumlama meditasyonu deneyimledik. Deneyimlerimiz üzerine konuştuk, paylaştık. Ev ödevlerimiz, var, onları konuştuk. Haftaya Pazar yeni konular, okumalar ve meditasyon deneyimleriyle yine Adalar Kültür Derneği‘ndeyiz.
Şubat ayı ortasında haftaiçi derslerimiz de başlayacak. Kayıtlar devam ediyor, bana ya da Adalar Kültür Derneği’ne ulaşabilirsiniz.

21 Günde Belinizi Nasıl İnceltirsiniz?

Böyle bir ismi olan bir kitabı satın alır mısın? Mucize gibi mi düşünürsün yoksa kandırmaca, tuzak gibi mi gelir? Ben önyargı yaptım ama yine de satın aldım, iyi ki de almışım, deryaymış kitap. Merak ediyorsan videomu izleyebilirsin: